“Ben her güreşte arkamda Türk Milletinin olduğunu ve millet şerefini düşünürüm.” Kurtdereli Mehmet (Baykurt) Pehlivan:1864-1939

Zurna kelimesi eski belgelerde sur-nay şeklinde kullanılmıştır. Yüksek perdeli bir çalgı olan zurnanın iyisi kırmızı erik veya şimşir ağacından yapılır, ucuna da buğday kamışı takılarak çalınır. Üst kısmında 7, alt kısmında 1 delik vardır. Sesi insanlar üzerinde güçlü bir etki yapar. Duyan titizlenir, heyecanlanır, hele pehlivanlar onun sesiyle coşarlar. Takımlarda yer alan usta zurnacılara zurnazen denilir.[1]

 

                        Zembil

            Pehlivan zembilini duvara asarsa güreşi bırakmış demektir.[2] Kısbetler “Zembil” adı verilen sazdan yapılmış bir torbada taşınırlar. Güreş bittiğinde kısbet temizlenir derisinin kurumaması için yağlanır ve bir sonraki güreşe hazırlık yapmak üzere zembile konur. Güreşi bırakan pehlivan zembilini duvara asarak bir daha güreşmeyeceğini anlatmak ister.

Kısbetin korunduğu sazdan örülen çantaya zembil denilir. Pehlivan kısbetini bu zembilin içinde taşır. Elinde zembili olan pehlivan ya bir güreşi kovalamakta ya da bir güreşten geri dönmektedir.

        Geleneğimizde büyük pehlivanların zembillerini yanlarında gezdirdikleri çırakları taşırlar. Usta pehlivanlar zembillerini özellikle kendisinde pehlivanlık yeteneği bulunan ve yerine geçeceğine inandığı çıraklarına taşıtırlar. “Zembili duvara asmak” deyimi bir pehlivanın güreşi bıraktığı anlamına gelir.

        Sazdan yapılan zembiller, her ne kadar önemini kaybetmişse de bu tür zembil, kısbetin korunması için en sağlıklı malzemedir. Çünkü bu şekilde korunan kısbetin hava alması sağlanmış olur. Zembilin içerisine yağlanarak konulan kısbet rahatlıkla asılabilir ve ona zarar gelmesi önlenmiş olur.

          

Kısbet, Kısbetin Ustaları, Bölümleri ve Pehlivanların Giyecekleri

           

Yağlı güreşe çıkan her pehlivanın başlıca güreş malzemesi kısbettir. Manda dana veya malak derisinden yapılan kısbetin bel kısmı dört parmak kalınlığındadır.  Beli sarması için kalın bir ip geçirilen kısma kasnak denilir. Paça ile etin arasında paçabent denilen keçe bulunur. Deri kısım keçenin üzerine çekilir ve üzeri sicimle sıkıca bağlanır. Sıkı bağlanmayan paçadan giren parmaklar sayesinde oyun yapmak kolaylaşır. Güreşten sonra yağlanan kısbet zembile konulur.[3]

Genellikle manda derisinden dikilir. Güreşi bırakan pehlivan geleneğe uygun olarak kısbetini Kâbe’ye gönderirdi.

Elbise, kılık, kıyafet ve özel (hususi) kıyafet anlamlarına gelen “Kisvet”in farklı ifadeleriyle (telaffuz) ortaya çıkan bu kelime, kısbet, kispet, kısbet ve kisbet şeklinde söylenmiştir. Özellikle yağlı güreşte pehlivanların giydiği özel kıyafet olarak ortaya çıkmıştır.

Evliya Çelebi 1653de gezdiği Edirne Güreşçiler Tekkesi’ni anlatırken:

 

[1]Atıf Kahraman Cumhuriyete Kadar Türk Güreşi c 1 sf 33 Kültür Bakanlığı Yayınları Ankara 1989    

[2]Öner Kamil Gökkaya age sf 13   

[3]Öner Kamil Gökkaya age sf 13   

“Kırkar, ellişer okka gelen Camus derilerinden yağlı kısbetleri ve nice elvan, alat-ı pehlivanı meydanı muhabbetleri üzere üsluptur” der.     

Kısbetler pehlivanlara özel ölçülerde dikilmektedir. Çünkü pehlivanın başarısı kısbetinin vücuduna uyumluluğu ile doğrudan bağlıdır. Eğer kısbet vücuda uymaz ve pehlivan hareket, oyun yeteneğini sınırlayacak derecede dar veya rakibin işini kolaylaştıracak kadar geniş olursa başarı şansı doğrudan etkilenecektir. Bunun için de eskiler:

-“Kısbet pehlivanın yarısıdır” derler.

Ünlü kısbet ustası (Bigalı) İrfan Şahin, Kısbetin önemini şeyle ifade ediyor:

 -“Pehlivan kısbetini alır, kısmetini arar.”

Yani kısbet aslında kısmetten geliyor.

Kısbetler özellikle yumuşak fakat sağlam derilerden dikilir. Bunun için de genç ve sağlıklı hayvanların derileri tercih edilir. Sığır, dana ve manda derisi daha çok kullanılır. Kısbetin yapım tekniğinin yanında kullanılmasında da bir takım incelikleri vardır. Günümüzde aynı teknikler uygulanmazsa bile benzer ritüeller devam ettirilmektedir.

 

            En İyi Kısbet Ustaları

 

1900lü yıllarda İstanbul’da Yeşil Hafız ve onun ustası Nazif Hoca.

Topkapı’da Kısbetçi Abdullah (Safahat’taki Seyfi Baba’nın oğlu)

Saraçhane başında Kısbetçi Hafız.

1900lü yıllarda Kurtdereli Mehmet Pehlivan’a kısbet diken Sındırgılı Saraç Mehmet

    Erol Karagür’e göre Rızaiye (Çalı) Mahallesinden Terzi Yaşar’ın dayısı imiş. Yine Sultan Abdülaziz’e kısbet diken saraç da Sındırgılı imiş.[1]

Ünlü kısbet ustası (Bigalı) İrfan Şahin Unesco Kültür ve Turizm Bakanlığımızla beraber “Yaşayan İnsan Hazinesi” diye tescil edilmiştir. [2] Usta kısbet ve pehlivan konusunda:

“Biz Ustam Mustafa ile Biga’da, Hidayet Usta da İstanbul’da pehlivanlara kısbet dikiyorduk.  1967 de ustam ve Hidayet usta vefat edince pehlivanlar,

-“Biz kısbeti nerede kime diktireceğiz” diyerek düşünmeye başladılar. Ben ustam rahatsız evinde yatarken yanına gidip elini öpüp, geçmiş olsun” dedikten sonra o,

-“İrfan Yenice’den bir pehlivan kısbet siparişi vermişti onu da yapamadık” deyince ben,

-“Ben kısbeti hazırladım ve pehlivana da yolladım” deyince o çok sevinmiş ve bana olan güveni artmıştı.

Ben bu ustamın bu güveninden sonra işime daha da önem vermeye başladım ve pehlivanların kaygılarını giderdim. Bunda Çanakkale Çan Seramik Fabrikaları Kale Grubu kurucusu İbrahim Bodur himayesinde 1969-1982 yılları arasında yapılan “Seramik Bayramı
 

[1]R. Selçuk Uysal Sındırgı’nın Kitabı sf 272 Alter Yayıncılık Ankara 2006/R. Selçuk Uysal Sındırgıl’nın Kitabı sf 143 Grafmat Basım Sanayi Tic. Ltd. Şti. İzmir 2007

[2]Öner Kamil Gökkaya age sf 5

ve onun eniştesi Süleyman Şahin Pehlivan” adına düzenlenen güreşlerin ve burada yetişen pehlivanların da etkisi büyüktü.

İlk yıllarda 6-7 kg gelen ve işlenmesi çok zor olan kısbetler sanayinin gelişmesi ile 2,5-3 kg ağırlığa kadar düşürüldü ve daha kolay işlenmeye başlandı. Bu pehlivanlara rahat hareket edebilmeleri için çok önemliydi.

Benim gençliğimde arkadaşlar işçi olarak Almanya’ya gittiler ve beni de çağırdılar ve:   -“Bak ne güzel işin var bu saraç işi orada da çok yaygın, iyi kazanıp rahat edersin” dediler. Ben,

-“Nasıl gideyim? Ben gitsem bu pehlivanlar ne yapacaklar? Kime kısbet diktirecekler? Ben kısbetinin dikilmesini beklerken uyuyan, dikildikten sonra da sarılıp uyuyan pehlivanlar gördüm. Onlar bu işi sevgiyle yaparken ben onları bırakıp nasıl Almanya’ya gidebilirim?” dedim. Bir defasında Edirne’ye bir kısbet hazırladım ve gönderdim, durumu telefonla sahibine bildirdim. Telefona çıkan kadın, benim

-“Ben İrfan Usta, kısbet ustası, Ahmet’in kısbetini yolladım, iki gün sonra ulaşır alırsınız” dedim. Kadın başladı ağlamaya ve:

-“Ahmet’i çağırın” diyor. Ben,        

-“Teyze ne oldu? Sakin ol. Neden ağlıyorsun?” dedim Kadın,

 -“Oğlum sen ne mübarek insansın, parasını dahi almadan kısbeti yollamışsın. Benim oğlan kısbetim gelecek diye uyuyamaz, sen bizi nasıl mutlu ettin bilemezsin, Allah da seni mutlu etsin” dedi.

Diyeceği o ki kısbet alelade bir giyecek değildir. Kısbet dua ile giyilir, pehlivanın yol arkadaşıdır.

Ben bu yüzden Almanya’ya girmedim ve yaptığım işten de memnunum.”[1]

     

            Kısbet Giyme Töreni

 

Geçmiş yıllarda özellikle Osmanlı döneminde ve Bulgaristan’ın Deliorman bölgesinde kısbet giyme töreni yapılırdı. Bir genç pehlivanın ne zaman kısbet giyeceğine ustası karar verirdi. Bu törende pehlivanın ustası ile hısım ve akrabası da bulunurdu. Genç pehlivan ustasının ve diğer yaşlı pehlivanların ellerini öper. Bir akranıyla da gösteri güreşi yapardı. Bu tören sırasında genç pehlivanın ailesi misafirleri ağırlardı.

Törelere göre kısbet ayağa geçirilmeden önce ili rekât namaz kılınırdı. Pehlivanlardan birisi Hz. Hamza adına Fatiha okurdu. Kısbet giyilirken Besmele çekilir, kısbetin kasnak tarafı öpülür, alına konulur, kısbet önce sağ, sonra sol paçadan ayağa geçirilirdi. Yine törelere göre kısbet giyme töreninde yağ kazanının veya ibriğinin içine bir miktar gülsuyu dökülürdü. [2]

            Kısbetin Bölümleri

 

Kasnak

 

 

[1]Öner Kamil Gökkaya age sf 31-33

[2]Heyet Kurtdereli Güreşleri Balıkesir Büyükşehir Belediyesi/Karesi Belediyesi 

Kısbetin bele gelen kısmıdır ve en önemli yeridir. Rakip pehlivan tarafından birçok oyun buradan tutularak yapılır. Pehlivanlıkta paçayı ve kasnağı kaptırmamak önemlidir.

 

            Hazne

 

Kısbetin apış arasına gelen kısmıdır.

 

            Arka

 

Kısbetin popoya (.ıça) gelen kısmıdır. Rahatça oturup kalkacak şekilde olmalıdır.

 

            Oyluk

 

Kasnaktan dize kadar olan kısımdır. Vücudu sıkmayacak kadar dar yapılır. Usta kısbet ustaları bu kısmın ön taraflarını dikişlerle süslerler.

 

            Paça

 

Kısbetin dizden şirazeye kadar olan kısmıdır. İç kısmına keçe ve bez konularak baldıra sarılır, üstten iple bağlanır. Pehlivanlıkta paçayı ve kasnağı kaptırmamak önemlidir.

 

            Şiraze

 

Kısbetin en alt ucudur. Bazı kısbet ustaları, şiraze kısmını süslü olsun diye üçgen şeklinde kesik, kesik yaparlar.

 

            Ayna

 

Kısbetin dize gelen kısmıdır. İkinci bir deri ile sağlamlaştırılır.[1]

 

Pehlivanlarımızın Özellikle Avrupa’ya Giderken Giydikleri Giyecekler:

 

Potur: Bacağa giyilen, arkası kırmalı, bacakları dar bir çeşit pantolon.

Şayak: Yünden dokunmuş kumaş.

Çuha: Yünden ince ve düz ve sık dokunmuş kumaş.

 

[1]Atıf Kahraman Cumhuriyete Kadar Türk Güreşi c 1 sf 98 Kültür Bakanlığı Yayınları Ankara 1989 Öner Kamil Gökkaya age sf 37-89  

Mintan: Yakasız, uzun kollu erkek gömleğidir.

Kuşak: Elbisenin üstünden bele sarılan ipekten dokunmuş 30-40cm eninde ve 5mden daha uzun ince kumaş. Trablus şal kuşağı en beğenilenidir.

Gömlek: Gövde üzerine ilk önce giyilen beyaz pamuklu bezden yapılmış iç çamaşırıdır.

Cepken: Gömlek üstüne giyilen, çuhadan yapılan yakası düz kesim, önü düz ve çapraz, ereği kısa, ancak bele kadar inen kolları uzun, el üstüne düşen giyecektir.

Cemedan: Kısa, kolsuz, ön tarafı çapraz kavuşur, çuhadan veya kadifeden yapılmış işlemelerle süslü giyecek.

Entari: Gömleğin üzerine giyilen ve gömlekten daha uzun renkli ince pamukludan yapılan giyecektir.     

Fes: Kırmızı renkli fes olmayıp, köylülerimizin el tezgâhlarında dokudukları beyaz kumaştan yapılma takke biçimindeki başörtüsüdür. Amasya’nın köylerinde “Taç” denir.

Sarık: Fes üzerine dolanır. İnce renkli kumaştan yapılmıştır. Pehlivanlar son ucunu içeriye koymayıp alnının yanından yüze doğru sarkıtırlar. Buna “Poşu”, “Puşa” da denir.

Gocuk: Kış günleri soğuk havalarda elbise üstüne giyilen içi kürklü, dizlere kadar uzun paltodur.

Salta: Her yanı geniş, ancak beliyle paça ağızları dar ve ayak bileklerine kadar uzun kış giyeceğidir.

Çevre: Köşeleri sırma veya ipekle işlenmiş, kenarları oya ile süslenmiş büyükçe mendil, başarılı pehlivanlara ödül olarak verilir. [1]

 

            Filiz Nurullah’ın Giyecekleri

 

    Sabah Gazetesi, Ağustos 1900de İstanbul’a gelen Filiz Nurullah’ın giyeceklerini:

“Siyah şayaktan bir potur, mavi çuhadan bir mintan, yeşilli kırmızılı Rumeli kuşağı, bir gömlek, bir de basma entari, başında beyaz fes gibi bir serpuş, üzerinde temiz alnının yarısını örten mor renkli benekli burma sarık. Ayağında bir yün çorap, bir de sivri burunlu yerli içi ökçesiz bir pabuç..

Bu giyeceği, kuşağın arkasına sokulmuş saatin, bir ucu sağ omuza iliştirilmiş gümüş veya altın saatin kösteği süslüyordu” şeklinde anlatır.[2]

 

            Kurtdereli’nin Giyecekleri

 

Kurtdereli Mehmet Pehlivan’ın Londra sokaklarında mili kıyafetle gezmesi; ayakta ökçesiz yumuşak pabuç, bacakta koyu lacivert ve yanları ipek ve pamuktan yapılan sicim (kaytan) işlemeli kırmalı, diz kapağına kadar geniş altı dar şalvar (potur). Belde alacalı
 

[1]Atıf Kahraman Cumhuriyete Kadar Türk Güreşi c 1 sf 101 Dip not 98 Kültür Bakanlığı Yayınları Ankara 1989     

[2]Atıf Kahraman Cumhuriyete Kadar Türk Güreşi c 1 sf 100 Kültür Bakanlığı Yayınları Ankara 1989   

kumaştan geniş ve taşkın muhacir kuşağı, gövdede açık renkli uzun kollu, uzun gömlek (mintan) ve mintan üstünde koyu renkli camadan, serin havalarda onun üstüne giyilen gocuk. Boğazdan kuşağa kadar sarkan kalın gümüş kordon ve taşıdığı iki kalın gümüş kapaklı gümüş Serkisof saat. Saatin kuşağa konan yerinden ayrıca aşağı sarkmış üç parmak genişliğindeki işlemeli kordon sallaması, nihayet başındaki fesin üstüne dolanmış, sarı kırmızı ipek karışık, o pırıltılı puşo ve pehlivan sarığı demek olan poşunun yandan omuza afili şekilde sarkan saçağı var.                                  

Bütün bu kıyafet içinde enine boyuna alabildiğine sallı ve çok yakışıklı bir çehre görmeye değer. [1]

 

            Yağlanmak

 

Adı üzerinde yağlı güreşin vazgeçilmezlerindendir.

        Kırkpınar Güreşlerinin her unsuru uzun yıllar nesilden nesile, ustadan çırağa aktarılarak günümüze kadar gelmiştir. Pehlivanların yağlanması da bir kültür unsuru olarak devam ede gelmiştir.

        Pehlivanların geleneksel olarak güreşten önce yağcıların su dolu kazanlara döktükleri yağdan alarak önce kendisi yağlanır, sonra da rakibinin sırtını yağlar.  

        Yağcı Paşo Dayı diye bilinen Mustafa Pekcan Sarayiçi’nde nesilden nesile aktarılan kültürün sembol isimlerinden birisidir. Osmanlı Döneminde Adalı Halil, Kurtdereli Mehmet pehlivanlara da yağcılık yapmış olan Paşo Dayı 1976da 85 yaşındayken öldüğünde üzerinde geleneksel kıyafet ve bir elinde yağ, öbür elinde suibriğiyle Kırkpınar Güreşlerine yağcılık yapmaya devam etmiştir.

        O bu işi,

        “Adalı Halil ile Kurtdereli Mehmet ayrı bir âlemdi. Onlar bir devdi. Bana sorarsanız Adalı Halil’in üzerine yoktur. 

        Tekirdağlı Hüseyin, Bandırmalı Kara Ali, Karacabeyli Hayati, Adapazarlı Orhan Çakar, Samsunlu İbrahim Karabacak yağlı güreşin en iyi pehlivanlarıdır. Sezai kanmaz da çok teknik bir pehlivandı. Onda Hergeleci İbrahim fiziği vardı. Biraz da kuvvetli olsaydı, Başpehlivanlığı uzun zaman bırakmazdı.

        Yaman İnanç ile Sabri Acar da Sarayiçi’ne binde bir gelecek pehlivanlardandır” der.[2]

Güreşte yağlanmanın amacı kavranmayı, tutulmayı zorlaştırmaktır. Pehlivanlar, güreş meydanının uygun bir yerinde yağ ve su ile doldurulmuş kazanların etrafında yağlanırlar. Önce sağ eli ile sol omuza, göğse, kol ve kısbete yağ sürerler. Daha sonra sol el ile aynı işlemi tekrarlar. Pehlivanlar bu arada birbirlerinin sırtlarını da yağlarlar. Güreş başladıktan sonra da ihtiyaç duyduklarında[3] ve rakibinin izin vermesi halinde, puanlamaya geçmeden yağlanırlar. 

Yağlı güreşte yağlanmanın da bir usulü vardır. Er meydanına konulan yağ kazanlarının başına gelen pehlivanlar, burada görevli olan elinde ibrikler bulunan yağcıların da yardımıyla; önce sağ elle sol omuza, göğse, sol kol ve kısbete yağ sürülür. Sonra sol elle sağ omuza, göğse ve sağ kolla kısbete yağ sürülür. Pehlivanlar daha sonra birbirlerinin sırtlarını yağlarlar. Pehlivanlar yağlanma işi bittikten sonra güreşe hazır hale gelirler. Güreş başladığı zaman ter
 

[1]İsmail Habib Sevük age sf 209

[2]İsmail Yılmaz age sf 165

[3]Öner Kamil Gökkaya age sf 13

ve yağ gözleri rahatsız ettiği için hakemler tarafından verilen bezler ve peçetelerle rakibin verdiği izin çerçevesinde yağ ve terler silinir. [1]    

Yağlı güreşin olmazsa olmazı ve onu farklı kılan unsuru yağdır. Bu güreşi diğer güreşlerden ayıran, pehlivanların işini zorlaştıran, bu sebeple hem kuvveti hem de tecrübede olağanüstülük (fevkaladelilik) olmasını sağlayan bu yağdır.

Pehlivanlar yağlı olduğu kısbet dışında bir yerden tutmak, oyun yapmak ve yenmek nerdeyse imkânsızdır.

Yağlanma usulü şöyle özetlenir. Güreşe çıkacak olan pehlivanlar önce kısbetlerini giyerek yağ kazanlarının başına gelirler. Kısbetini hiçbir yeri kuru kalmayacak şekilde yağlarlar. Sağ elle sol omuzlarına, sol el ile sağ omuzlarına, göğüs ve kollarına yağ sürerler. Güreşecek diğer pehlivanlar kazan başındaki pehlivanların sırtlarını yağlarlar. [2]

Normal zamanda, uzatmalarda ve altın puan devrinde elinde ibrikler olan yağcılar pehlivanların yağlanmalarına yardımcı olurlar.

 

Salavatlamak, Selametlemek

 

İhsan Ozanoğlu Salavatlama, Kültür Bakanlığı Milli Folklor Araştırma Dergisi NE 730192 de:

“Büyük güreşlerde salavatlama görevi benidir. Benin kadar geleneğe uygun ve hazırlıksız (irticalen) pehlivanlara deyişler söyleyecek çevrede, hatta bütün yurtta ikincisinin varlığını düşünemiyorum. Çünkü yağlı güreşin bütün oyunlarını ve güreş geleneklerini çok iyi bildiğim gibi saz şairi olduğumdan pehlivanlar hakkında hazırlanmadan o anda deyişler söyleyecek kadar usta (maharetli) bir kişi zannetmiyorum” der.[3]

Bizim salavatlama veya selametleme dediğimiz cazgır dualarında büyük bir hikmet ve erliğin, pehlivanlığın hatta kâmil insanlığın felsefesi ve amacı vardır. Tabiattan, hayattan, tarihten alınan güzel ilhamlar, kafiyeli beyitler halinde sıralanırken, pehlivanların kim olduğunu, özelliklerini anlatan bilgiler anlatılır. En sonunda ili pehlivanın da büyüklenmemeleri için nasihatler verilerek, rakiplerinin kuvvetli yönleri anlatılırdı. Bunlara karşı alınacak tedbirler de hep kafiyeli şekilde açıklanır. İki pehlivanın da başarılı olması için dualar edilerek ve sırtları sıvazlanarak meydana salınırlardı.[4]   

Avrupa’daki bayram çocukları gibi giyinen, beyaz pantolonlu, kısa fanilalı hakemlerin sözleriyle er meydanındaki poturlu, al kuşaklı, tatlı sözlü, er nasihatli cazgırların sesine.          Bu kafiyeli sözlere mani denilir.

 

Başlıca Maniler

 

Vatanımıza, milletimize, yurdumuza, göz diken düşmanları taşlarız.

Hakkın inayetiyle, euzu besmeleyle bugün güreşlere başlarız. 

 

[1]Cem Atabeyoğlu Geleneksel Türk Güreşi ve Kırkpınar sf 41,4 2 A&B Kitapçılık ve Yayıncılık Ltd. Şti. İstanbul Ekip Grafik Ankara 2000

[2]Heyet Kurtdereli Güreşleri Balıkesir Büyükşehir Belediyesi/Karesi Belediyesi 

[3]Atıf Kahraman Cumhuriyete Kadar Türk Güreşi c 1 sf 77 Dipnot 69/85 Dip not 79 Kültür Bakanlığı Yayınları Ankara 1989  

[4]Mustafa Çatlı Balıkesir’in Unutulmaz Kimlikleri Türk Güreşinin Pehlivanlarından Kurtdereli Mehmet Pehlivan sf 106 İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü Balıkesir 2011   

Kırk yiğit idik, boy, boy olduk dizildik,

                                Gün batarken şehit olduk çözüldük,

                                Pınar olduk tarihlere yazıldık.

 

                    “Gün oldu Aliço, gün oldu Mümin

                    Okyanusta Yusuf, karada Emin,

                    Beklerken Katrancı’yı Kara Ahmet’im,

                    Pirler hanesinden çıka geldi Kurtdereli Mehmet’im,

 

                                Adalı kardeşi, Kurtdereli Mehmet,

                                Bekir’in kazığından koptu kıyamet!

                                Koca Filiz, Kara İbo, Toros Kartalı Cengiz, Kara Ahmet,

                                Rabbim selamımı Fatiha’mı ilet.”

 

                    Pehlivan, pehlivan!

                    Öğrenmek istersen eğer güreşi,

                    Dolaşıp yurdum gez, gez bizim elde,

                    Bulunmaz güreşte Türklerin eşi,

                    Yaşanan destanı yaz, yaz bizim elde.

 

                                Dünya eriştik bir haklı üne,

                                Güreşle başlarız, toya düğüne,

                                Hz. Hamzalardan geldik bugüne,

                                Pirlerden alınır giz bizim elde.

 

                    Haydi, bre koç yiğitler,

                    Meydan şen olsun.

                    Bu senin ata sporun,

                    Yüreğin çatal olsun.

 

                                Ne olursan ol gel diyen,

                                Hz. Mevlana’yız biz,

                                Sevdası için çöllere düşen,

                                Âşık Mecnunuz biz.

Vatan için, bayrak için,

                    Kara toprağa giren,

                    Şehit Mehmetçiğiz biz,

                    Şanlı gaziyiz biz.

 

                                Tüm dünyaya:

                                “Türk gibi güçlü” dedirten,

                                Cihan şampiyonu,

                                Koca Yusuf’uz biz.

 

                    Ben sporcunun “Zeki ve çevik,

                    Aynı zamanda ahlaklısını severim” diyen,

                    Tüm dünyanın saygı duyduğu,

                    Ulu önde Atatürk’üz biz.

 

                                Er meydanında yapılan,

                                Kıran kırana güreşleri görmeyen,

                                Gözler utansın,

                                Pehlivanların şanını, namını,

                                Duymayan kulaklar utansın,

 

        Tohumu bitmezse toprak utansın,

        Yayı çek, vurmazsa ok utansın

        Ey yiğitler öyle güreşin ki

        Sizi alkışlamayan eller utansın.

 

                    Bizler, Koca Yusufların, Aliçoların, Kurtderelilerin torunlarıyız.

                    Bizler bu sahalarda güreş tutup, şehit olan akıncıların torunlarıyız,

                    Ne mutlu bu sahalarda güreş tutan Türk Gençliğine!

                    Ne Mutlu Türküm Diyene!

 

        Orta Asya’dan gelir kökümüz,

        Hz. Muhammet manevi gücümüz,

        Fatihler, Kanuniler, Mustafa Kemaller özümüz.

Aslımız, neslimiz Türkoğlu Türk’üz.

 

                    1071 de Anadolu’nun kapılarını açan

                    Ordusunun başında en önde savaşan

                    Milletinin gönlünde bayraklaşan

                    Alpaslanların torunlarıyız biz

 

        Gemileri karadan yürüten,

        Düşmanların yüreklerini titreten

        Çağ açıp, çağ kapatan

        Fatihlerin torunlarıyız biz

 

                    Aşılmaz çölleri aşan,

Âlimlerle tartışan

                    Kutsal emanetleri taşıyan

                    Yavuzların torunlarıyız biz

 

        Kıtaları aşan

        Viyana’yı kuşatan

        Cepheden cepheye koşan

        Kanunilerin torunlarıyız biz

 

                    19 Mayıs 1919 da Samsun’a çıkan

                    Kongreden kongreye koşan

                    Her cephede savaşan

                    Yeni bir devlet kuran

                    Mustafa Kemal’in torunlarıyız biz.”

 

                    … Edirne Tarihi Kırkpınar

                    Güreşlerini düzenleyen

                    Edirne Belediye Başkanını

                    Alkışlamayan eller utansın.

 

                                Sevgi, sevgi şifadır her derde,

                                Beni de soracak olursan,

Tarihi Kırkpınar baş cazgırları

                                Şükrü Kayabaş, Pele Mehmet’in çırağı

                                Antalyalı Bayram Dede

 

                    Pehlivan, pehlivan!

                    Buna Er Meydanı derler,

                    Ele, bele ihanet olmaz.

                    Buna Er Meydanı derler.

 

                                Büyük efsane Aliço’yu görür gibiyim,

                                Tarih dehlizinde yürür gibiyim.

                                Eyvah! Heyecandan ölür gibiyim.

                                Edirne Tarihi Kırkpınar Er Meydanında

 

                    Türk’üz ne yıldırımdan korkarız, ne tufandan,

                    Her zaman dopdoluyuz Er meydanından,

                    Hey bre koç yiğitler,

                    Güreş yapanların yardımcısı olsun Yaradan.

 

                                Pehlivan, pehlivan!

                                Yaptığı güreşlerde oturur,

                                Türk Milletinin gönül tahtına,

                                … Yiğit Türk aslanı,

                                Güreş yapacaklar,

                                . Tarihi Kırkpınar,

                                Er meydanında olacaklar.

       

                    Pehlivan, pehlivan!

                    Adı Hüseyin Tekirdağlı,

                    Sevilmez mi güreş olursa o da bir yağlı,

                    Belinden kasnaklı paçasından bağlı,

                    Pırpıta kısbete döner

                    Bez bizim elde.

 

                                Allah, Allah deyip çıktık meydana,

Mevla’m size kuvvet versin pehlivan,

                                Şahinler misali yakarsın her yanı,

                                Mevla’m size derman versin pehlivan.

 

                    Allah, Allah sesleriyle açılır meydan kapısı,

Heybetli olur pehlivanın vücut yapısı.

                    Kime kaldı da koçların…

                    Bu meydanların tapusu,

                    Bunun için, metih olunur pehlivan.

 

                                Pehlivan demek, yiğitler başı,

                                Pehlivan tutarsa un eder taşı

 

                    Pehlivan perdahı ile şenlenir meydan,

                    Bir ok misali fırlıyor kenardan,

                    Belki şehirden, belki de köyden.

 

                                Bursalım pehlivan över de över,

                                Pehlivan meydanda aslandır çöğen,

                                Allah’ım, Allah’ım!

                                Bu koç yiğitlere daha fazla kuvvet ver,

                                Allah için metih edilir pehlivan.

       

                    Pehlivan, pehlivan!

                    Karakucakçılar, Yağlıcı koçlar,

                    Dünya minderlerinde sözünüz olsun.

                    Acar pehlivanlar, yeni yetmeler,

                    Şampiyon olmada gözünüz olsun.

 

                                Fark etmez uzunsun, kısa boylusun,

                                Dağlısın, şehirlisin, belki köylüsün,

                                Ama Koca Yusuf, ama Kurtdereli soylusun.

                                Güreş tarihinde haber yazınız olsun.

 

                    Yiğitler diyarı, pehlivanlar yurdu,

İşte Türkiye, işte Er Meydanı buyurun.

                    Kuralar çekilmiş, kısbetler giyilmiş,

                    Hangi yiğit, hangi yiğit, kime kısmet buyurur?        

 

                                Meydanların yeni açan gülleri,

                                Duyun, duyun sizi alkışlayan elleri,

                                Gören gözleri, seven gönülleri,

 

                    Hangi gönül, hangi gönül,

                    Hangi gönül âşık buyurur.

                    Gönüllerde iz bırakan pehlivan,

                    Tarihte yerleri olan bizde,

                    Avrupa, Asya, Amerika cihanı bulan,

                    Koca Yusuf olup, ölenler bizden.

 

                                Yirmi altı yıl şampiyonluk tutanlar,

                                Türk ününe Türklüğünü katanlar,

                                Yetmişinde çıkıp güreş tutanlar,

                                Kel Aliço gibi olanlar bizde.

 

                    Pehlivan peşreviyle şenlenir meydan,

                    Bir ok misali fırlıyor kenardan, 

                    Belki şehirden, belki de köyden,

                    Bunun için metih olur pehlivan.[1]

 

                                Türk ordusu isteseydi Kıbrıs’ın tamamını alırdı.

                                Türk Milleti olmasaydı tarih öksüz kalırdı.

 

                    Cenab-ı Allah Türk Milletine vermesin illeti,

                    Dünya üzerinde var olsun, sağ ol olsun Türk Milleti.

 

Bazı sirkelerin dibine çökmüştür tortusu,
Var olsun dünya yüzünde kahraman Türk ordusu.

 

Manisa’nın üzümcüleri, üzümlerden yaparlar şırayı,

 

[1] Doğanay Çevik Pehlivan 8. Bölüm Cazgır sf 215,216 T. C. Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları

Dibine çöker tortusu

Dünya üzerinde sağ olsun, var olsun

Kahraman, Şanlı Türk ordusu

 

            Şehitlerin ruhları,

            Semalarda dalgalandıkça,

            Bu ordu, bu millet var oldukça,

            Cumhuriyet ilelebet yaşayacaktır.

                       

            Eğil de kulak ver ceddine,

            Türk’e kefen biçmek kimin haddine,

            Avrupa’dan Çin seddine,

            Türkiye’den başka Türkiye yok.

 

               

Haber Resim Galeri

Haber Resim Galeri

Yorumlar
Yorum Yazmak İçin Tıkla