“Ben her güreşte arkamda Türk Milletinin olduğunu ve millet şerefini düşünürüm." Kurtdereli Mehmet (Baykurt) Pehlivan:1864-1939

.......

 “Allah, Allah! Hacei âlem Seyyidi kâinat,

Mucuzei mevcudat Pür kemal ve

Cemal Muhammet Mustafa’ya salavat.

Engürüde er yatır, Rum’da mehemmedi,

Sarı Saltık ton kiyer, tuman çeker,

Pirimiz Hz. Mahmut-u piri yarı veli aşkına,

 Dest ber desti kafa muhabbeti Ali aşkına Allah onara.” [1]

           

    Kangılı Koca Oğlu Kan Turalı Destanını Beyan Eder

 

  Trabuzan tekürünün olağanüstü güzel kızı var. Sağına soluna iki çift yay çekerdi. Attığı ok yere düşmezdi. O kızın üç canavar kalınlığında kaftanı vardı. Kim o üç canavarı bastırsa yense, öldürse kızımı ona veririm diye vaat etmişti. Bastıramazsa başını keserdi. Böylelikle otuz iki kâfir beyinin oğlunun başı kesilip burç bedenine asılmıştı. Kanglı koca bu başları gördü başında olan bir ayağında toplandı. Varıp oğluma doğru haber vereyim, hüneri var ise gelsin alsın, yoksa evdeki kıza razı olsun.

  Al ayağı çabuk ozan dili çevik olur. Kanglı koca giderek geldi. Oğuza çıktı. Kan Turalıya haber oldu. Baban geldi dediler. Kırk yiğit ile babasına karşılık vardı. Elini öptü der. Buldum oğul hünerin var ise dedi. Kan Turalı der. Altın akçe mi ister, katır deve mi ister? Kan Turalı der. Oğul hüner gerek hüner dedi. Kan Turalı der. Baba yelesi kara atıma eyer vurayım, kanlı kâfir eline akın edeyim, baş keseyim, kan dökeyim, kâfire kan kusturayım, kul hizmetçi getireyim, hüner göstereyim. Kanglı koca der. Hey canım oğul hüner dediğim o değil. O kız için üç canavar beslemişler. Kim ki o üç canavarı bastırır o kızı verirler. Bastırıp öldüremezse onun başını kesip asarlar. Kanglı Tura der. Baba bu sözü bana dememeliydin, mademki dedin elbette varmalıyım, başıma kakınç, yüzüme dokunç olmasın. Kadın ana, bey baba esen kalın der ve yola çıkar sıra ile boğa, deveyi yendi.

  Selcen Hatun, at oynattı. Kan Turalı’nın önüne geçti. Kan Turalı dedi. Güzelim nereye gidiyorsun. Der. Bey yiğit baş esen ola börk bulunmaz mı olur. Bu gelen kâfir çok kâfirdir. Savaşalım dövüşelim, ölenimiz ölsün, sağ kalanımız otağa gelsin.

  Selcen Hatun atını sürdü, hasmını bastırdı, kaçanını kovalayamadı. Aman diyeni öldürmedi. Öyle zannetti ki düşman bastırıldı otağa geldi. Kan Turalı’yı bulamadı. O sırada Kan Turalı’nın anası babası çıkageldi. Bu gelen kişinin kılıcının kabzası kanlı, oğul nerde?

   Kız bildi ki kayın anası kayın babasıdır.

    Kan Turalı öncelik kızların hakkıdır oku önce sen ar dedi. Selcen Hatun’u kucaklayıp barıştılar.                  

     Irağından yakınından geliştiler. Gizli yaka tutarak koklaştılar, tatlı damak vererek emiştiler. Ak boz atlara binerek koşuştular ve basının yanına giderek onunla buluştular. Baba güzel çimene çadır dikerek attan aygır, erkek deve ve koç kestirerek gençleri evlendirdi.[2]

Türk Kuvveti

 

[1]Orhan Koloğlu Müthiş Türkler sf 18-21 Yavuz Yayınları İstanbul 1972/Prof. Dr. Muharrem Ergin Dede Korkut Kitabı sf 60-93Boğaziçi Yayınları 5. Baskı İstanbul 1983         

[2]Prof. Dr. Muharrem Ergin Dede Korkut Kitabı sf 129-148 Boğaziçi Yayınları 5. Baskı İstanbul 1983        

Selçuklular Anadolu’ya gelip Bizans’la temasa başladıkları andan itibaren Türk’ün kuvvet ünü çevrede tanınmaya başlamıştı. Bu zamanda Bizans ve Türk silahşorlarının katıldıkları silahlı –mızrak, kılıç kalkan, gürz- kuvvet turnuvalarında bizimkilerin gösterdiği başarılar, haçlı seferleri sırasında Anadolu’nun ve Kudüs yolunun korunması Selçuklulara düşünce batı tarafından da tanındı.

        İlk defa 11. Yüzyıl sonlarında haçlı komutanlarından Toluleuse Bey’i Guillaune 4. Duc D’aquataine, Avrupa’da hiç duyulmamış bir kuvvetten bahsetti:

        “Müslümanlar arasında Türkmen denilen son derece kuvvetli aşiretler var.”

        Bu bilgi kısa zamanda şövalyeler arasında yayıldı. Bir yandan papa haçlı seferi için emir verirken bu kuvvetli kavmin de yenilmesi gerektiğinden bahsederken, öbür yandan Fransa kralı Saint Louis sefere çıkmadan önce kendine soruyordu:

        “Türkmen denilen bu kavimle nasıl baş edeceğiz?”

         Selçuklu başarılarını Osmanlılar devam ettirince -“Türk kuvveti”- bu deyim kendiliğinden devam etti.  1396 Niğboğlu zaferinden sonra Türklerle doğrudan teması olmayan Avrupalılarda da bu görüşün kabul edilmesine yaradı. Bu zaferden altı yıl sonra Türkiye’yi gezen Gilles de Bouvier Türklerden saygı ile söz ediyordu:

        “Türkler çok açık insanlar; Müslümanlar arasında en namusluları ve en iyi savaşçıları.. Bütün milletler içinde en kuvvetlileri.” [1]

 

   Yavuz Sultan Selim Piri Reis’in yaptığı dünya haritasını görünce

 “Dünya bu kadar küçükse benin gibi bir Yavuz daha olsa bu dünya ikimize dar gelir” dedi. Oğlu Kanuni Avrupa’da “Muhteşem Süleyman” olarak ün yaptı.

        Osmanlının duraklama döneminde kazanılan zafer üzerine Avrupa’da “Uyvar –önünde bir Türk kadar güçlü sözü yerini aldı.[2]

Avrupa’da bebeklere ninninin yanında “Türkler geliyor” sözü de söylendi.

 

              İslamiyet’te Güreş

 

Hz. Muhammet, müşrik Ebu All Eşşer Kelde ile yenmesi halinde Müslüman olması şartıyla üç defa güreşti ve yendi. Ancak o sözünde durmadı ve Müslüman olmadı. Aynı şartla güreştiği Rukane bin Abdi Yezid ile de güreşti. O yenildi ama Müslüman oldu.

Aynı şekilde Hz. Muhammet’in sütkardeşi ve amcası olan Hz. Hamza’da iyi bir pehlivandı. Cazgırlar:

 

              “Allah, Allah illallah,

              Hayırlar gelir inşallah,

              Pirimiz Hamza pehlivan,

              Aslımız neslimiz pehlivan” derler.[3]

 

   “Esas pehlivan öfkesini yenendir”

 

Hz. Muhammet

 

            Selçuklularda Güreş

 

Selçuklular zamanında başlayan Farsça etkisinden güreş de nasibini almıştır. Özellikle Enderun’da ve güreş tekkelerinde Farsça sözcüklerin çok kullanıldığı görülmektedir. Türkçe isim almış oyunların yanında Farsça isimli oyunlar da bulunmaktadır.

Güreş oyunları totem hayvanların içgüdüsel hareketleri ilham alınarak ortaya çıktığı gibi bu hayvanların ismiyle de anılmıştır. Tilkikuyruğu, kazkanadı, kurt kapanı gibi oyunlar geçmiş izleri taşıyarak günümüze kadar gelmiştir.

Ayinler yoluyla gelişim sürecine konulan güreş oyunları başlangıçta yenme yenilmeden çok canlandırıcı bir özellik taşımıştır. Teknikler zaman içinde hareket alfabesini oluşturarak dini terminolojide somut anlamları ifade eder olmuştur. Dinsel ayinlerdeki taklitlere dayanan ibadetlerden, oyunlaşan bir süreçten geçerek tekniklerin oluştuğu sanılmaktadır. Gelişim süreci içinde oyunlaşan ve spor dalı (branş) haline gelen bu boğuşmaların kuralları da aynı ortamda ortaya çıkmıştır.

Yağlı güreş yağlanarak yapıldığı için kuvvetin etkisini azaltarak güreşçileri daha çok dengede durmaya sevk ettiğinden karakucağa göre daha zor bir güreş türüdür. Bu yönüyle yağlı güreş oyunları hem daha çok, hem de fiziki kurallar bakımından daha tekniktir. Karakucakta güreşler yüzde doksan kuvvet ve vücudun ağırlığı ve yüzde on denge ağırlığının etkisiyle uygulanırken, yağlı güreşte bu oran denge ağırlığının lehine değişmektedir. Yağlı güreş oyunlarının uygulanışında yüzde elli kuvvet ve vücut ağırlığı yüzde elli de denge ağırlığı önemli rol oynamaktadır.

Selçuklular, Orta Asya Türk Kültürünü fars (İran) Kültürü ve İslami kurallarla birleştirerek yeni bir Selçuklu Kültürü ortaya koymuşlar. Güreş de bu değişikliklerden etkilenmiş ve Güreş Tekkeleri açılmış, güreşçiye “Pehlivan” güreşe de “Küşti” denilerek saray kuruluşuna alınmıştır. Değişen kuralların başında kısbet giymek, dua okumak, Hz. Muhammet’in ve Hz. Ali’nin –Hz. Hamza’nın- adını anmak gelir.

 

            Osmanlılarda Güreş

 

Osmanlı Devleti kurulduktan sonra güreş herkes tarafından saygı duyulan bir meziyet olmuştur. Osmanlı padişahlarının çoğu pehlivandır. Yıldırım Beyazıt, Fatih Sultan Mehmet, Cem Sultan, Yavuz Sultan Selim, 4. Murat, 2 Mahmut ve Abdülaziz iyi birer pehlivandır.          Fatih Sultan Mehmet’in kurduğu “Süca te
 

[1]Orhan Koloğlu Müthiş Türkler sf 17,18 Yavuz Yayınları İstanbul 1972 

[2]Emin Oktay Lise 3 Tarih sf 131 Atlas Yayınevi İstanbul 1972

[3]Cem Atabeyoğlu Geleneksel Türk Güreşi ve Kırkpınar sf 14,15 A&B Kitapçılık ve Yayıncılık Ltd. Şti. İstanbul Ekip Grafik Ankara 2000

 

Pirimiz Hamza pehlivan,

              Aslımız neslimiz pehlivan” derler.[1]

 

   “Esas pehlivan öfkesini yenendir”

 

Hz. Muhammet

 

            Selçuklularda Güreş

 

Selçuklular zamanında başlayan Farsça etkisinden güreş de nasibini almıştır. Özellikle Enderun’da ve güreş tekkelerinde Farsça sözcüklerin çok kullanıldığı görülmektedir. Türkçe isim almış oyunların yanında Farsça isimli oyunlar da bulunmaktadır.

Güreş oyunları totem hayvanların içgüdüsel hareketleri ilham alınarak ortaya çıktığı gibi bu hayvanların ismiyle de anılmıştır. Tilkikuyruğu, kazkanadı, kurt kapanı gibi oyunlar geçmiş izleri taşıyarak günümüze kadar gelmiştir.

Ayinler yoluyla gelişim sürecine konulan güreş oyunları başlangıçta yenme yenilmeden çok canlandırıcı bir özellik taşımıştır. Teknikler zaman içinde hareket alfabesini oluşturarak dini terminolojide somut anlamları ifade eder olmuştur. Dinsel ayinlerdeki taklitlere dayanan ibadetlerden, oyunlaşan bir süreçten geçerek tekniklerin oluştuğu sanılmaktadır. Gelişim süreci içinde oyunlaşan ve spor dalı (branş) haline gelen bu boğuşmaların kuralları da aynı ortamda ortaya çıkmıştır.

Yağlı güreş yağlanarak yapıldığı için kuvvetin etkisini azaltarak güreşçileri daha çok dengede durmaya sevk ettiğinden karakucağa göre daha zor bir güreş türüdür. Bu yönüyle yağlı güreş oyunları hem daha çok, hem de fiziki kurallar bakımından daha tekniktir. Karakucakta güreşler yüzde doksan kuvvet ve vücudun ağırlığı ve yüzde on denge ağırlığının etkisiyle uygulanırken, yağlı güreşte bu oran denge ağırlığının lehine değişmektedir. Yağlı güreş oyunlarının uygulanışında yüzde elli kuvvet ve vücut ağırlığı yüzde elli de denge ağırlığı önemli rol oynamaktadır.

Selçuklular, Orta Asya Türk Kültürünü fars (İran) Kültürü ve İslami kurallarla birleştirerek yeni bir Selçuklu Kültürü ortaya koymuşlar. Güreş de bu değişikliklerden etkilenmiş ve Güreş Tekkeleri açılmış, güreşçiye “Pehlivan” güreşe de “Küşti” denilerek saray kuruluşuna alınmıştır. Değişen kuralların başında kısbet giymek, dua okumak, Hz. Muhammet’in ve Hz. Ali’nin –Hz. Hamza’nın- adını anmak gelir.

 

            Osmanlılarda Güreş

 

Osmanlı Devleti kurulduktan sonra güreş herkes tarafından saygı duyulan bir meziyet olmuştur. Osmanlı padişahlarının çoğu pehlivandır. Yıldırım Beyazıt, Fatih Sultan Mehmet, Cem Sultan, Yavuz Sultan Selim, 4. Murat, 2 Mahmut ve Abdülaziz iyi birer pehlivandır.     

 

[1]Cem Atabeyoğlu Geleneksel Türk Güreşi ve Kırkpınar sf 14,15 A&B Kitapçılık ve Yayıncılık Ltd. Şti. İstanbul Ekip Grafik Ankara 2000

 

Fatih Sultan Mehmet’in kurduğu “Süca tekkesi” güreşte dünyanın en büyük spor kulübü olmuştur.[1]

           

              Anadolu’da Güreş

 

Türk boyları Orta Asya’dan değişik yerlere göç etmişlerdir. Anadolu’ya gelen Türkler de Türk geleneğinde eşsiz yeri olan güreşi devam ettirmişlerdir. Anadolu’da:

 

Güreşlerin Çeşitleri ve Yapıldığı Yerler

            Yağlı                                       Çayır, Dualı Çayır, Er Meydanı

Çayır yağlı güreşlerin vazgeçilmezlerindendir. Türkiye Güreş Federasyonu Yağlı Güreş Müsabaka Talimatına göre güreş meydanı seyir yeri hariç 30x30m ölçüsünde yır veya çim zeminli olmalı ve etrafı ip ya da dikensiz telle çevrilmelidir.[2]

Pehlivanların er meydanı olan dualı çayırlar son yıllarda güreş düzenleyen belediyeler tarafından özenle bakılmakta ve pehlivanların rahatça güreş yapabilecekleri hale getirilmektedir. Daha önceki yıllarda özellikle köylerdeki güreşler köyün toprak meydanında ve harman yerlerinde, kasaba ve şehirlerde de genellikle çimi olmayan toprak stadyumlarda yapılır.

 Günümüzde güreş yapılan yerler, “Kırkpınar Er Meydanı” “Dualı Çayır” “Koç Yiğitler Meydanı” vs şeklinde adlandırılır. 

 

Er Meydanı

 

Şu yeryüzü er meydanı

Gönül sevmez her meydanı,

Yüreksize yorgan döşek,

Koç yiğide ver meydanı.”

 

Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu

 

              Yağlı Güreş

 

Bazı yazarlar Türkler yağlı güreşi Yanalılar ve Bizanslılardan aldığımızı yazsalar da güreş ve özellikle yağlı güreş yani “Alaturka güreş” adın da anlaşılacağı gibi öz ve öz bir Türk sporudur. Türkler İslamiyet’ten önce mezar taşlarına, balballara; Müslüman olduktan sonra da kartal, şahin, koç, at vs resimlerini cami duvarları ve türbelere işlemişlerdir. Yunan ve Bizanslılarda karakucak ve yağlı güreş yapıldığı ile ilgili bilgi ve belgelere rastlanmamıştır.   

 

[1]Öner Kamil Gökkaya age sf 7

[2]Öner Kamil age sf 13

 

Yunan olimpiyatlarında görülen güreşlerden birimde ise üç defa diz üzerine çöken, diğerinde pes, eden ve yenilmenin kabul edilmesi şeklinde görülür. Bu güreşlerde kol, bacak bükmek, can acıtmak, zor durumlara sokmak serbesttir.

Boyunlara asılan eşya cinsinden olan ödüller mutlaka tapınağa hediye edilirdi. Vücutların a masaj yaptıran yarışmacılar, zeytinyağı ile yağlanır ve çıplak vücutla güreşirler, kadınlar bu yarışmaları seyredemezlerdi. Bizim güreşle benzerliği sadece vücudun yağlanmasıdır. [1]                   

 

            Güreş Çeşitleri ve Yapıldığı Yerler

 

                        Karakucak                              Çayır

Özellikle karakucak güreşi Anadolu’nun çeşitli şehirlerinde farklılıklar vardır. Özellikle öz ve öz Türk güreşi olan yağlı güreşlerde zeytinyağı ve Ayçiçek yağı kullanılır. [2]  

                        Aba                 Sırta aba giyilir, bele kuşak kuşanılarak yapılar.

                        Şalvar                          Pehlivanlar ayakları çıplak olacak şekilde şalvar giyerle ve bütün oyunlar ayakta yapılır.

                        Serbest, Greko-Romen           Minder

 

                        Rumeli’ye Geçiş ve Kırkpınar

 

 

            Mevlit Şairi Süleyman Çelebi’nin büyük babası ve Orhan Gazi’nin kayınbiraderi Şeyh Mahmut’un Gazi Süleyman Paşa için herhalde söylediği:

 

            “Keramet gösterip halka suya seccade salmışsın

            Yakasın Rumeli’nin dest-i takva ile almışsın”

 

     Sözünü gerçekleştirmek üzereydi

 

Yağlı güreş ananesi bizi tabii olarak Kırkpınar hikâyesine getirmektedir. Osmanlıların ilk defa Rumeli kıyısına çıkan Orhan Gazi’nin oğlu Süleyman Paşa’nın yanında bulunan ve hepsi de bu bölgelerin fethinde şehit olan kır yiğidin adından Kırkpınar’a gelindiğini ileri sürmektedir. Süleyman Paşa’nın öncüleri olan kırk yiğit Rumeli içindeki ilerlemelerinin her molasında silahlarını bir kenara bırakıp, kısbetlerini giyip güreş tutuyorlardı. Bunlardan Anadolu yakasındayken güreşini paylaşamamış olan ikisi bir gün, Edirne civarındaki bir çayırda tekrar tutuşmuşlardı. Ancak bütün güreştikleri halde bir sonuç elde edemediler. Ay
 

[1]Atıf Kahraman Cumhuriyete Kadar Türk Güreşi c 1 sf 70,71 Kültür Bakanlığı Yayınları Ankara 1989    

[2]Cem Atabeyoğlu Geleneksel Türk Güreşi ve Kırkpınar sf 12,13 A&B Kitapçılık ve Yayıncılık Ltd. Şti. İstanbul Ekip Grafik Ankara 2000

 

ışığında da gece yarısına kadar güreşen pehlivanlar sonunda yorgunluktan son nefeslerini vermiş ve bir incir ağacının altına gömülmüşlerdi.

Bir süre sonra o bölgeye dönen ve arkadaşlarının mezarına bir taş dikmek isteyen diğer kahramanlar incir ağacının altından billur gibi sular kaynadığını, kırk pınarın aktığını görmüşler. Böylelikle Kırkpınar mevkii bir ziyaret yeri olmuş.

Diğer bir rivayete göre de 1360 da Osmanlı padişahı 1. Murat Edirne surları civarında bir okçuluk yarışmasını seyrederken bunlardan birisinin başarısı ile şaşırmış ve bu başarıya nasıl ulaştığını sormuştu. Okçu buna:

 

“Sultanın ben gençliğimde güreş tuttum ona borçluyum” der.

 

Bunun üzerine padişah,

“Her yılın ilkbaharında bu Kırkpınar denilen çayıra sultanlığının bütün pehlivanlarının buluşarak savaşmasını emretti. [1]     

 

Kırkpınar, Kırkların Pınarı

 

Kırkpınar Türk Güreşleri’nde başlı başına bir destandır. Yüzyıllar boyu Türk’ün erliğine, yiğitliğine, amansız gücüne, mert yüreğine, zorlu mücadelesine sahne olmuş. Bu Koçyiğitler alanında yüzlerce yıldan beri yazılan ve yazılmaya devam eden ve davam edecek olan bir destan.

  Türk’ün, adları dünyada destan olmuş en ünlü, en yiğit pehlivanları bu meydandan çıkmış, bu çayırdan gelip geçmişlerdi. “Türk gibi kuvvetli” sözü de yine bu meydandan dünyanın dört bir yanına yayılmıştı.

  Kırkpınar’ın olağanüstü destanı, Türk akıncılarının Rumeli yakasına ayak basıp at koşturmaya başladıkları tarihle aynı yaştadır.

Orhan Bey’in oğlu Şehzade Süleyman (ki bu unvanı 35 yıl taşımıştır.) Paşa komutasında Türk akıncıları Rumeli topraklarına ayak basınca bu kuvvetlerin öncüsü olan Kırk Yiğit bulunuyordu. Bu sayının kırk olması elbette tesadüf değildi. Çünkü 40 sayısı Türk-İslam geleneğinde önemli ve kutsi bir yanı vardı. Nitekim yeni doğan bebeğin “Kırkının çıkması”, ölümden sonra “Kırk Mevlidi”nin okutulması. “Mezarın üzerindeki çalı, çırpı ve çaltıların kırk gün sonra açılması.” Düğünlerde ve diğer önemli günlerde “Kırk gün kırk gece eğlence yapılması”, Kürşat’ın “Kırk Yiğit ile Çin sarayını basması, hakanın eşi Hatun’a yardımcı olarak “Kırk İnce Kız”ın seçilmesi ve “Kırklara Karışmak” vs buna birer örnektir.[2]                  

Rumeli’de savaşan bu Koçyiğitler, düşmandan fırsat bulunca fırsat bulunca güreşmeye başlarlar ve çatlayıncaya kadar güreşe devam ederler. Onların bu şekilde can verdikleri yerde akan sulara “Kırkların Pınarı, güreş yaptıkları alana da Kırkların Pınarı Güreşleri” denilir. [3]

 

Bu olay Kuran’da

 

ARAF 160 Biz İsrailoğullarını oymaklar halinde on iki boya ayırdık. Kavmi su istediğinde, Musa’ya “Asan ile taşa vur” diye vahiy ettik. Hemen taştan on iki pınar fışkırdı. Her soy kendi pınarını öğrendi…” diye anlatılır. Ayrıca, “İman edip iyi işle
 

[1]Orhan Koloğlu Müthiş Türkler sf 21,22 Yavuz Yayınları İstanbul 1972 

[2]Cem Atabeyoğlu Geleneksel Türk Güreşi ve Kırkpınar sf 24,25 A&B Kitapçılık ve Yayıncılık Ltd. Şti. İstanbul Ekip Grafik Ankara 2000

[3]Cem Atabeyoğlu Geleneksel Türk Güreşi ve Kırkpınar sf 26 A&B Kitapçılık ve Yayıncılık Ltd. Şti. İstanbul Ekip Grafik Ankara 2000

 

yapanlarda cennette pınar başlarında olacaklardır” ifadeleri de Hicr 45, Şuara 57, Yasin 34, Saffat 45, Duhan 52, Zariyat 15, İnsan 6, 18, Mürselat 41, Gaşiye 5,12, ayetlerinde yer alır. [1]

                                              

              Kırkpınar Güreşleri Efsanesi

 

Efsaneye göre 1346 yılında Orhan Gazi’nin Rumeli’yi ele geçirmek için düzenlediği seferler sırasında, büyük oğlu Süleyman Paşa 40 askerle Bizanslılara ait Domuzhisar’ın üzerine yürür. Baskınla burasını ele geçirirler. Öteki hisarların da ele geçirilmesinden sonra, 40 kişilik öncü birlik geri dönerler ve şimdi Yunanistan’ın topraklarında kalan Samona’da, Simavinna=Ammovounon Köyü ile Sarıhızır (Kiprionon)[2] köyleri arasında mola verirler. 40 cengâver burada güreşe tutuşurlar. Saatlerce süren güreşlerde, adlarının Ali ile Selim olduğu rivayet edilen iki kardeşin bir türlü yenişemedikleri görülür.

Süleyman Paşa Rumeli’ye geçiş kararını Balıkesir Edincik’te bulunan “Osmanlı Çınarı” adıyla bilinen çınarın altında arkadaşlarıyla yaptığı toplantıda almıştır.

Daha sonra bir Hıdrellez gününde, Edirne yakınlarındaki Ahırköy Çayırında aynı çift yeniden güreşe tutuşurlar. Bütün bir gün güreşmelerine rağmen yine yenişemeyen kardeş pehlivanlar, gece boyunca da mum ve fener ışığında mücadelelerini sürdürmeye devam ederler. Ancak solukları kesilerek oldukları yerde can verirler.

Arkadaşları onları aynı yerdeki bir incir ağacının altına gömerek oradan ayrılırlar. Yıllar sonra ise aynı yere gittiklerinde iki pehlivanın mezarlarının bulunduğu yerde gür bir pınar görürler. Bundan sonra halk orada yatanların anısına o yöreye, “Kırkpınar” adını verirler.

I. Murat, Edirne’nin alınmasından sonra Edirne’de güreşçiler tekkesi kurmuş ve bundan böyle de her sene güreş yapılması bir gelenek haline gelmiştir.

Bir başka iddiaya göre ise Kırkpınar Güreşleri’nin tarihçesi çok daha öncesine dayanır. M. Atıf Kahraman’ın aktardığına göre Sarı Saltuk Bizans’ın ve Bulgarların içinde bulunduğu karmaşadan yararlanarak 1361’de Edirne’yi Bulgarlardan aldı. Sarı Saltuk 40 yıl Edirne’de kaldıktan sonra Dobruca’ya gitmek zorunda kaldı ve burada vefat etti. Bunun üzerine Bizans hükümdarı Andronikos, oğlunu Edirne’ye vali yaptı. Bu iddiaya göre kendisi de bir pehlivan olan Sarı Saltuk Osmanlılardan önce Kırkpınar Güreşleri’ni ilk düzenleyen kişidir.

       1912den beri Kırkpınar er meydanının bulunduğu yer sınırlarımızın dışındadır.[3]

                       

                   Kırkpınar’ın Tarihi

 

       Bazı güreş yazarları Kırkpınar’ın başlangıç tarihini Süleyman Paşa ile Rumeli’ye geçen 40 yiğidin efsanevi güreşi ile ilgili gösterirler.

 

                   Bu yazarlardan Eşref Edip’e göre,

 

 

[1]Elmalı Meali

[2]Öner Kamil Gökkaya age sf 10

[3]Cem Atabeyoğlu Geleneksel Türk Güreşi ve Kırkpınar sf 29 A&B Kitapçılık ve Yayıncılık Ltd. Şti. İstanbul Ekip Grafik Ankara 2000

 

“Süleyman Paşa ile birlikte Rumeli yakasına geçen 40 yiğit, Anadolu’da iken her mola verişlerinde güreş yapalarmış. Rumeli’ye geçtikten sonra Ahırköy Çayırı’na geldiklerinde, içlerinden iki kişi sonuçlandıramadıkları güreşi ayırabilmek için tekrar tutuşmuşlar. Gece yarısına kadar güreştikleri halde yine yenişememişler ve ikisi de güreştikleri yerde ölmüşler. Arkadaşları bu iki yiğidi güreş yaptıkları yerde bulunan incir ağacının dibine gömdükten sonra Edirne’ye doğru akınlarına devam etmişlerdir. Edirne’yi fethettikten sonra tekrar Ahırköy Çayırı’na geldiklerinde, o incir ağacının civarında billur kaynaklı bir suyun Kırkpınar’ın Çayırı’na doğru aktığını görmüşler. Bu sebeple “Kırktı bunlar. Bu yakaya ilk ayak basanlardır bunlardır” diyerek o yere “Kırkpınar” demişler. Ölen pehlivanların hatırası için öldükleri gün olan Ruz-ı Hızır da her yıl güreş yapılması gelenek olmuş.”

       Tercüman Gazetesinin yazarı eski bir pehlivana göre de,

       “Rumeli’ye geçen yiğitlerden bir kısmı Edirne’nin yanında Ahırköy denilen yerde düşmanı bozmuşlar ve büyük bir zafer kazanmışlar. Ertesi gün, Nevruz imiş… O gün… Hemen meydana kırk pehlivan çıkmış… Birbiriyle güreşmeye başlamışlar. Güneş batarken güreşlere son verilince… Bu kırk yiğit de bulundukları yerlere çökerek son nefeslerini vermişler… O yere gömülmüşler. Ertesi gün bir de bakmışlar ki her yiğidin can verdiği yerde bir pınar fışkırmış. Bunun üzerine oraya Kırkpınar adını vermişler ve her yıl Nevruz ayında burada toplanarak güreşler yapmışlar…

       İspat edilen bir belgeye dayanmadan yazılan bu yazılar ve rivayetler yüzyıllardan beri yapılagelmekte olan Kırkpınar Güreşlerinin gerçek tarihini yansıtmadığı gibi, onun değerini küçültür.

       Kırkpınar’ın tarihinden önce “Kırklar” ve “Kırkpınar” kelimeleri ile ilgili bilgiler vermek faydalı olur.              

       Türklerin hayatında “Kırk Yiğit” Kırk İnce Belli Kız” ve “Kırkların” önemli yer alır.

       Türk hakanlarının yanında onun emirlerini uygulamak için “Kırk Yiğit” ve eşi hatunun yakınında da hizmetlerini görmek için “Kırk İnce Kız” bulunurdu.

       Dini bakımından da 40 sayısı Müslüman Türkler arasında kutsaldır. Türklerin yaşadığı bazı şehirlerde “Kırklar” denilen evliyaların yatırları vardır. O yöre halkı belirli günlerde bu yatırlara giderek, Tanrıya dua eder ve dileklerde bulunur. Daha sonra milli geleneklere göre yemekler yenilir, oyunlar oynanır.

       Su kaynaklarının çok olduğu yerler de kutsal bilinip bunlar, “Kırk Göz” veya “Kırk Pınar” diye adlandırılır. Böyle inanç ve gelenekler Hıristiyanlarda da vardır. Hatta Müslümanlar ve Hıristiyanlar tarafından kutsal bilinip birlikte ziyaret edilen pek çok su kaynakları –Ayazmalar- bile vardır.

       Sivas’taki “Kırk Azizler”in gömülü olduğu yer sonradan bir göl olmuş denilir. Bu azizler ve Edirne’de bulunan diğer kırk aziz bir Türklerde olduğu gibi Hıristiyanlar tarafından da 22 Mart günü ziyaret edilerek kutlanır.

       Bizde 21 Mart Nevruz, yeni gün 1 Mayıs Bahar Bayramıdır.

       Kırkpınar’ın, Kırklar Dağı’nın, Kırk Evliyaların ve Kırk Azizlerin Mart ayının 22. Günü ziyaret edilerek kullanılmasını, Hıristiyanlardan mı, Türklere, Türklerden mi Hıristiyanlara geçmiştir, yoksa Türklerden mi Hıristiyanlar almışlardır? Bu konuda bir kanaate varmak zordur. Çünkü bunun gibi birçok gelenek ve görenekler Rumeli’de ve Anadolu’da yaşayan Müslüman Türkler ile Hıristiyanlar tarafından beraberce uygulana gelmiştir.

Roma İmparatoru Theodosios’un emriyle Olimpiyat Oyunları’nın (M 393) yılından sonra yapılmaması üzerine Yunan ve Rumların buluşu olan panayırlar, eğlence ve spor gösterilerinin de yapıldığı bir yer olarak önem kazandı.

       Türk güreşinin ise panayırlarda yapılmaya başlaması, 10. Yüzyılın başından itibaren Tuna kıyılarında görülen Peçenek Türklerinin Rumeli’ye tamamen yerleşmesinden sonradır.

       Peçenek Türkleri ile başlayan bu uygulama Türkmenlerin batıya gelişiyle Oğuz töresinin etkisi altında tamamen Yunan-Rum panayırlarından bambaşka bir görünüm almış ve tarihi Kırkpınar Panayırlarının güreşleri ortaya çıkmıştır.

       Ancak Rumeli’de yapılan panayır güreşlerinde ve Osmanlıların açmış oldukları “Güreş Okulu” diyebileceğimiz Güreş Tekkelerinde ve –Saradaki- Enderun’da okunan güreş dualarında Sarı Saltık adının anılması, tarihi büyük önem taşır. Bundan bir bölüm:

 

                   “Ankara’da er yatar,

                     Rum’da Mehmet Buhari Saltık,

                   Ton giyer, tuman çeker”

 

       Bizim Sındırgı yöresinde, soyunanlar için “Donu, dumanı attı denilir.

       Bu duada adı saygı ile anılan Buharalı Mehmet Sarı Saltık konusunda bilgi vermek, Kırkpınar’ın gerçek tarihinin bilinmesi bakımından faydalı olacaktır.

       Sarı Saltık bir Alperen’di. Hem de Alplerin peçelilerinden.

       Horasan’dan Anadolu’ya göç ederek, Amasya’ya gelip yerleşen ve buradan Babailik tarikatını yayan Baba İlyas Horasani’nin çar-ı yar denilen halifesinden birisiydi.

       Kösedağ Savaşı’ndan (26 Haziran 1243) Konya Selçuklu ordusu Moğollara yenildikten sonra, Anadolu’da yerleşen Moğollar, burada da zulümlerini devam ettirdiler. Moğolların baskısından batıya kaçmış olan Türkmenler, yine huzursuz ve tedirgin oldular.

       Konya Selçuklu Sultanı Gıyasettin Keyhusrev ölünce (1245) çocukları İzzettin, Rüknettin ve Alaattin arasında anlaşmazlıklar çıktı. Türkmenlerin bir kısmıyla Amasyalılar İzzettin tarafını, Konyalılar ve Moğollar da Rüknettin tarafını tuttular. Bir süre bu iki kardeş Anadolu’yu paylaşarak sultanlık yaptılar. Nihayet İzzettin ikinci defa olarak Antalya’dan gemiye binerek İstanbul’a kaçtı. (1262)

       Baba İlyas Horasaninin büyük oğlu Şemsettin Mahmut, İstanbul’a kaçan Sultan 2. İzzettin’e iki yıl vezirlik etmiş, o gittikten sonra Amasya’ya gelip babasının postuna oturmuştu.

       Rüknettin Kılıç Aslan tek başına Selçuklu Sultanı olunca, İzzettin tarafını tutmuş olan emirleri ve bazı Türkmenlere daha çok eziyetler etti. 1265 te öldürüldükten sonra yerine geçen oğlu 3. Gıyasettin Keyhusrev ise amcası İzzettin taraftarlarını top yekûn katledecek kadar ileri gitti. İşte bu ölüm ve vahşet korkusuyladır ki, bazı emirler Mısır’a kaçtılar. Amasya yöresindeki bazı Türkmenler de Sultan İzzettin’in peşinden Sarı Saltık’a bağlı olarak Rumeli’ye, bir kısmı Kırım’a göç ettiler.                              

 

                   Seyyit Lokman Sarı Saltık’ın Rumeli’ye geçiş tarihini, 

 

                   Sarı Saltuk uburu Rumeli’ye

                   Altı yüz altmış iki idi heman

                   Hep Oğuznameyi tetebbu edûb,

                   Yazdı icmal ile Seyyit Lokman”

 

       Ubur: Bir suyun öbür tarafına zorla geçmek, atlamak.

       Tetebbu: Bir şeyi geniş bir şekilde incelemek, araştırmaktır.

       Sarı Saltık Rumeli’ye geçince, Bulgarların elinde bulunan Edirne’yi (1262) alıp, buraya yerleşti.  Burada 40 yıl kaldıktan sonra 2. Andronikos, 2. İspanya Kralı Roger de Flor komutasındaki Katolanyalı paralı askerleri Bizans’a getirdi. (1302) Katalonların ve Aydınoğullarının yardımıyla hala Trakya’nın bazı şehirlerini ellerinde bulunduran Latinleri Trakya’dan çıkarmaya çalıştıkları sırada Sarı Saltık da Edirne’den ayrılıp Dobruca’ya gitmek zorunda kaldı. Bir kısım Türkler de Ece Halil Bey emrinde Karesi iline döndüler. Edirne’ye vali olarak gelmiş bulunan Andronikos’un oğlu Michael, Katolanların komutanı Roger’i Edirne’ye çağırıp öldürdü.

       Sarı Saltuk Dobruca’da öldü ve Baba Dağı denilen kasabada gömüldü.

       Sarı Saltık gerçekten bir alperen olduğu halde Rumeli Türkleri arasında pehlivan olarak da bilinir. Balkan Savaşı’ndan önce, Kırklereli’nde yapılan bir güreşte Kırkpınar’ın ünlü pehlivanlarından Aliço da gelmiş, güreş hakemliği yapan Aliço’ya ihtiyarlardan birisi,

       -“Aliço senin soyun Sarı Saltık’tan mı geliyor?” diye sormuş, Aliço da,

       -“Böyle bir soydan geldiğimi bilmiyorum” demiş.      

       Bu bilgilere dayanarak Sarı Saltık’ın Edirne’yi Osmanlılardan 100 yıl önce alarak burada 1265 yılında güreş yaptırdığını söyleyebiliriz.

       Sarı Saltık’ın Edirne’yi ter edip, Dobruca’ya yerleşmesinden sonra Osmanlıar’ın burayı tekrar almasına kadar geçen 56 yıl boyunca burada güreş yapılmamıştır.

Kırkpınar’ın efsane başpehlivanlarından “Gaddar Kel Aliço” soyunun Sarı Saltuk’a kadar uzandığını söylemiştir.[1]

 

                   Bu arada,

 

1877-1878 Osmanlı Rus Savaşı (93 Harbi) sebebiyle 4 yıl,

       Balkan Savaşı, 1. Dünya Savaşı boyunca ve İstiklal Savaşı boyunca 1913,1915, 1916,1917, 1918. 1919.1920.1921.1922 ve 1923 yıllarında olmak üzer toplam 70 yıl güreşler yapılamamıştır. [2]

Bu millet “Su gibi aziz ol” sözünü boşuna söylememiştir. Kuran’a Enbiya 30, Nur 45 de “Biz her canlıyı sudan yarattık” ifadesi yer alır.[3] 

 

[1]Cem Atabeyoğlu Geleneksel Türk Güreşi ve Kırkpınar sf 28 A&B Kitapçılık ve Yayıncılık Ltd. Şti. İstanbul Ekip Grafik Ankara 2000

[2]Atıf Kahraman Cumhuriyete Kadar Türk Güreşi c 2 sf 156-164  

[3]Elmalı Meali

Türk-İslam kültüründe Alperenlik önemli bir yiğitlik ifadesidir. Alp, İslamiyet’ten önceki Türklerde, Eren de İslamiyet’ten sonra sonraki iki değer olup Alperen olarak Türk İslam sentezinin önemli bir kültür ögesi olmuştur. Cazgırlar:

 

            “Adriyatik’ten Çin seddine

            Türk’e kefen biçmek kimin haddine?” derler.

 

Orta Asya Türk-İslam dünyasının rehberi olan Ahmet Yesevi Ocağı’nda yetişen erenler Hacı Bektaş Veli, Mevlana, Yunus Emre, Hacı Bayram Veli Anadolu’ya, sarı Saltuk da Rumeli’ye geçerek Türk-İslam mührünü vurmuşlardır.

Sarı Saltık, Ahmet Yesevi’nin “Saltuk Mehmet’im seni Diyar-ı Rum’a saldım, var git yedi krallık yerde nam ve şan sahibi ol” emri gereği 1264 te gittiği Balkanlarda yer alan bugün Romanya sınırlarındaki Dobruca’nın Babadağ mevkiinde ölür. Buraya 2. Beyazıt tarafından bir türbe yaptırılır. [1]

    

            MEYDAN

 

“Şu yeryüzü er meydanı,

Gönül sevmez her meydanı,

Yüreksize yorgan döşek,

Koçyiğit’e ver meydanı”

 

Git danış büyük ceddine

            Sor doğuda Çin seddine,

            Girmek kimin haddine,

            Sen açmazsan bir meydanı!

             

            Tanrı kut Meta ocağından,

            Son peygamber kucağından,

            Hacı Bektaş ocağından

            Açık bize sır meydanı.

 

                        Türk’üm de dur sözünde,

                        Yürü Bozkurt Atatürk’ün izinde,

                        Kalmasın şu yeryüzünde,

                        Şerlilere şer meydanı.

 

Kaltan bıyık bura, bura,

Gakkoş, dadaş sıra, sıra,

Elazığ’da çayda çıra,

Erzurum’da bar meydanı,

 

            Yeryüzünde kalsan da tek,

            Eğme boyun, öpme etek,

            Çin seddinden Nemçe’ye dek,

            Yeniden sar meydanı.”

           

                                    Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu

 

[1]Cem Atabeyoğlu Geleneksel Türk Güreşi ve Kırkpınar sf 27 A&B Kitapçılık ve Yayıncılık Ltd. Şti. İstanbul Ekip Grafik Ankara 2000

 

Kırkpınar Güreşlerinin Önemi

 

       Rumeli veya Anadolu’da pek çok yerde panayır güreşi yapılır. Fakat hiç birisinde “Baş” boyunda birinci olan pehlivana “T.C. Devleti Başpehlivanı” denmez. Ancak Kırkpınar’da Başpehlivan plan pehlivana bir yıl boyunca T.C. devleti Başpehlivanı” denilir.[1]

             Güreşlerin Yapıldığı Yer

 

Yağlı güreşeler genellikle düğünlerde ki genellikle gelinin koca evine getirildiği Perşembe günleri, panayırlarda ise Pazar günleri yapılırdı.[2]

Balkan Savaşı ve I. Dünya Savaşı sonrasında Kırkpınar Yağlı Güreşleri, bu gün Yunanistan sınırları içinde kalan Samona Köyü civarında bulunan Kırkpınar Çayırından Edirne-Mustafa Paşa yolu üzerinde yer alan Viran tekke mahalline taşınmıştır.

Cumhuriyetin ilanından sonra güreşler Edirne’nin Sarayiçi bölgesinde yapılmaktadır.

 Kırkpınar dualı çayırı er meydanı T.C. Devletinin başpehlivanın belirlendiği yerdir. Balıkesir’deki Alaca Mescit nasıl Kuvayı Milliye’nin Mescid-i Aksa’sı ise Bizanslılara ait Domuzhisarı ve Yunanistan sınırlarında kalan Samona da Kırkpınar’ın Mescid-i Aksası’dır. Camiler ve mescitler de nasıl Kâbe’nin birer şubesi ise güreşlerin yapıldığı dualı çayırlar, er meydanları da Kırkpınar’ın birer şubesidirler.

 Kırkpınar ve şubesi olan bu er meydanlarından Antalya Elmalı Yeşil Yayla ki tarihi Kırkpınar’dan da daha eskidir ve Balıkesir Kurtdere er meydanlarında boylarında dereceye giren pehlivanlar bir dahaki güreşlerde bir üst boyda güreşmeye hak kazanırlar.   

Güreşler, Türkiye Güreş Federasyonuna Bağlı Yağlı Güreş Birliği, Geleneksel Yağlı Güreş Federasyonu ve Merkezi Balıkesir Büyükşehir Belediye Başkanlığı olan Yağlı Güreş Düzenleyen Kentler Birliği Başkanlığı tarafından yürütülmektedir.

Kırkpınar güreşleri başlamadan önce daha önce Cuma günü Kırkpınar’da başpehlivan olan pehlivanların mezarları ve heykellerinin bulunduğu yerler ziyaret edilir, dualar okunur. Protokol daha sonra Ağa çadırına gelerek dinlenir, misafirler ağırlanır. Çeşitli yarışmalar düzenlenir. Kırkpınar dualı çayırında güreşler saygı duruşu ve İstiklal marşı okunduktan sonra başlar. Bu törenler sırasında bayrağımızı geçen yılın başpehlivanı taşır ve İstiklal marşımız okunurken göndere bayrağı o çeker. Güreşlerin bittiği gün yapılan törenlerde de bayrağı göndere o yılın başpehlivanı çeker.

 Kırkpınar dualı çayırı ve çevresinin güvenliği jandarma ve Edirne belediyesinin zabıtası tarafından sağlanır.

(Devamı yarın...)