Kayseri’de Üniversitede okuduğum dönemde; Şehirde çeşitli tablolar satan bir dükkânın önünden geçerken; gözüm ile ruhum, aklın almayacağı şekilde bir tabloya takılıp kalmıştım.

Bu tablonun esrarengiz hikâyesini yıllar sonra Üniversiteden bir arkadaşımı Gebze’deki evine ziyaretine gittiğimde,  Kayseri’de gördüğüm o tabloyu yapan ressamın Eski Hisar’daki müzeye çevrilmiş evinin her odasını teker teker gezip müze görevlisi tarafından Osman Hamdi beyin hayatını bana anlatmasıyla tekrar hayatıma girmişti. Yıllardır evimin duvarında konuk olan bu resmi,o bildiğimiz Kaplumbağa Terbiyecisi tablosunun Bursa’ya kadar uzanan hikâyesini gelin birlikte okuyalım.

 

1846'DA İSTANBUL'DA İLK MÜZE AÇILDIĞINDA DAHA PARİS'TEKİ LOUVRE BİLE HENÜZ KURULMAMIŞTI


   Müzelerin tarihçesine bakarsak; Dünyada müzelerin kurulmasına 18. Yüzyılda başlanmıştır. İnsanlık tarihinde İskenderiye Kütüphanesi, Babil, Konstantaniye, Atina, Roma, Antakya kütüphaneleri gibi 'toplumsal bellek' merkezleri vardır. Daha sonra saray ve kiliselerde koleksiyonları olmuşsa da bunlar daha çok hazine, ganimet odaları ihtişamındadır.18.yüzyılın başında siyasal veya dini iktidar elindeki ganimetleri, buluntularını, sanat eserlerini belli mekânlarda, bir sistem çerçevesinde sergilenmeye başladılar. Bizim “Deli”, dünyanın 'Büyük' sıfatını verdiği “Petro”,  1714'de ellerindeki mirası halka sergileyerek ünlü Rus müzesi Hermitage'ı kurdu, Amsterdam Müzesi 1815'de, Prag 1818, Alman Fridericianum 1828,Prusya kunstkammer 1856, Viyana Müzesi 1891 tarihlidir.
Bu bağlamda 1846'da Osmanlı'nın başkentinde Ahmet Fethi Paşa'nın gayretiyle bir çalışma bizde de başlar.

İLK RESSAMLAR SARAY ERKÂNI VE ASKERLERDEN ÇIKTI

Osman Hamdi Bey, döneminde elçilik, nazırlık (bakanlık), sadrazamlık (başbakanlık) gibi üst düzey görevler üstlenmiş ünlü bir devlet adamı olan Ethem Paşa’nınoğludur. Osman Hamdi Bey’in 1856 yılında Mekteb-i Maarif-i Adliye’de okurken resme karşı olan ilgisi dikkat çekmiştir. Babası Batı’da eğitim almış bir kişi olarak Osman Hamdi Bey'in hukuk eğitimi almak üzere 1860’da Abdülmecit döneminde Paris’e yolladı. Sanatçı bir süre hukuk eğitimi almışsa da resme olan ilgisi nedeniyle bir süre hukuk ve resim derslerini beraber yürüttü. Sonra Paris Ecole des Beaux Arts’a kayıt oldu.


Osman Hamdi Bey, 1869'da yurda döndükten sonra devletin farklı kademelerinde görev alır. 1881'de Müze-i Hümayun müdürlüğüne atanır. Eski eserlerimizin yurt dışına götürülmesini yasaklayan "1883 Asar-ı Atika Nizamnamesi"ni hazırlar. Yaptığı kazılarla ilk Türk Arkeoloğu unvanını alır. Ülkede ilk bilimsel Türk kazıları ve çağdaş müzecilik anlayışı onunla başlar. Bu çalışmalarından ötürü Türk Müzeciliğinin modern anlamda gerçek kurucusu olarak kabul edilmiştir. Bugünkü Mimar Sinan Üniversitesinin temeli sayılan "Sanayi-i Nefise Mekteb-i Alisi"ni 1883 de kurması ile sanat ve kültür alanında ülkemize yaptığı katkılar doruğa ulaşır.
HAYATI
          Jean-Leon Gerome ve Gustave Boulanger’den dersler alarak tümüyle resim sanatına yöneldi. Osman Hamdi Bey;1883-85 arasında Ailolıa bölgesindeki nekropolis’lerde (mezarlık), Nemrut Dağı Tümülüs’ünde ve Lagina’daki Hekate Tapınağı’nda kazılar yapmış, Zincirlideki kazılara da (1888-92) bulunan Hitit yapıtlarını müzeye getirmiştir. En önemli arkeolojik kazısı 21 lahtin çıkarıldığı Sayda (Sidon, Lübnan) kral mezarlığı kazılardır (1887-88). Bu Lahit’lerin arasında dünyaca ünlü İskender Lahti’nin bulunması Osman Hamdi Bey’e de uluslarası bir ün kazandırmıştır. Bu kazılarla ilgili olarak arkeolog Salomon Reinach ile birlikte yazdığı Une necropole a Sidon (Sayda Kral Mezarlığı) adlı kitap 1892’de Paris’te yayımlanmıştır.
Osman Hamdi Bey eserlerin nem ve rutubetten uzak ve sağlıklı korunup sergilenebileceği gerçek anlamda bir İmparatorluk Müze binası yapılması için dönemin yöneticilerini ikna eder. Aldığı destekle bugünkü İstanbul Arkeoloji Müzesinin ilk kısmını 1899'da, ikinci kısmını 1903'de ve üçüncü kısmını 1907 yılında bitirterek ziyarete açar. Modern bir müze için gerekli kütüphane, fotoğrafhane ve modelhaneyi tamamlatır. Osman Hamdi döneminde başka müzeler de faaliyete girmeye başlar. Sanatçının resimlerinde Oryantalist biçem ağır basar. Yapıtlarında titiz bir işçilik ve ayrıntı ön plandadır. Resim çalışmalarında fotoğraftan, kareleme yöntemiyle yararlanmıştır. Kendini de birçok kez model olarak kullanmıştır. Sanatçının bu amaçla çektiği bazı fotoğraflar bulunmaktadır. Osman Hamdi Bey, başkent İstanbul dışında Selanik, Sivas, Konya ve Bursa'da eser depolarını kurdurarak ilerde geliştirilecek bölge müzeleri projelerini de başlatmıştır.
 "Kur'an Okuyan Hoca", "Silah Tüccarı", "Kaplumbağa Terbiyecisi", "Arzuhalci", "Şehzadebaşı Camisi Avlusunda Kadınlar", "Feraceli Kadınlar", "Mimozalı Kadın", "Leylak Toplayan Kız" gibi tabloları onun en ünlü yapıtları arasındadır. Resimlerini çoğunlukla yaz aylarını geçirdiği ve en sevdiği yer olan Kocaeli'nin Gebze ilçesindeki Eski Hisar’daki evinde yapmıştır.

 

1910 yılbaşında hastaydı Osman Hamdi Bey; bedeni yorgundu. Kendini iyi hissetmiyordu.Bir gece uykusundan uyandı; karısına Eski Hisar’a gömülmek istediğini söyledi. Orayı çok severdi; yazlığı vardı. Romalı'lara kök söktüren meşhur Kartaca komutanı Hanibal'in hikâyesini bilirdi; uzun süre gizlenerek bir keşiş gibi yaşadıktan sonra ünlü komutan burada baldıran zehiri içerek intihar etmiş ve oraya gömülmüştü.24 Şubat'ta beklenen oldu ve son nefesini verdi.Planlarını kendisinin çizdirmiş olduğu  evin bahçesine, yaşarken çok sevdiği Eski Hisar’daki ağaçlarının gölgesine gömüldü. Mezarın başına bakanlar kurulunun kararıyla isimsiz iki Selçuklu taşı konuldu. Kitabesi ayrı bir taşa işlendi.

KAPLUMBAĞATERBİYECİSİ TABLOSUNUN ÖYKÜSÜ


Bursa’daki abidevi eserlerin kapılarını tahayyüle başlar. Çünkü genellikle en güzel kapılar bu yapıların taç kapılarıdır.  İşte Bursa’mızın en büyük kapılarından olmasa da en güzel kapısı olmaya aday Yeşil Cami kapısına bir göz atalım. Anadolu Selçuklu mimarisinden tevarüs ettiği ince işçiliği ve süslemelerdeki bütünlüğü yeşil caminin sadece çinileriyle meşhur olmadığını bize bir kez daha hatırlatıyor. Evet, yeşil cami kapısının ve pencerelerinin etrafındaki mermer oymacılığıyla da ayrı bir şaheserdir. Osman Hamdi beyin, çinilerinin güzelliğinden ve işlemelerinin zenginliğinden dolayı pek çok tablosunu yeşil caminin içinde yaptığı bilinir. Bu tabloların içinde en meşhur olanı da kaplumbağa terbiyecisi resmidir ki görmeye pek alışkın olmadığımız zemine bitişik bir pencere bu tablonun merkezini oluşturur. İşte resimdeki mekâna aydınlık veren bu pencere yeşil caminin hünkâr mahfilindeki odaların tam ortasındaki eyvanın önünde bulunan penceredir.Etrafındaki kompozisyonla, süslemeleri ve hatta üstündeki “şifaulkulublikailmahbub” yazısıyla bu pencere aynen resimdeki gibi durmaktadır.
 Bu pencerenin arka yüzü ise yukarıda bahsi geçen yeşil caminin girişinde görünen ufak penceredir.Kaplumbağa terbiyecisi gibi meşhur olmuş resimlerinin haricinde ‘Mihrap‘ tablosu gibi sansasyonel ve hala tartışılan resimlere imza atan bu ressam?Yeşil Cami gibi bazı mekânlarda resimlerini yaparken sahnenin daha ihtişamlı görünmesi için kendisinden bazı eşyalar ilave etmiştir. Bursalı meşhur şair ve âlimimiz Lamii Çelebinin dedesi olan Nakkaş Ali Dede tarafından oyulan bu şaheser kapının bir ayrıntısı var ; Kapının sağındaki ve solundaki sülüs ve kufi yazılar, birbirinden güzel süslemeler her ne kadar dikkatleri ondan kaçırsa da bu kapının tam ortasında bir pencere görülür. Bu pencerenin ilginç bir hikâyesi var. Çünkü aslında bu pencere hepinizin tanıdığı bir pencere. Nereden mi tanıyorsunuz? Tabi ki Osman Hamdi Bey’in meşhur ‘Kaplumbağa Terbiyecisi‘resminden.


Kaplumbağa Terbiyecisi, Osman Hamdi Bey'in 1906 ve 1907 yıllarında iki farklı versiyonunu çizdiği tablosudur. Osmanlı Ressamlar Cemiyeti tarafından çıkartılan gazetenin on yedinci sayısında tablonun adı Kaplumbağalar ve Adam olarak geçer, ancak tabloya daha sonra yaygın olarak bilinen Kaplumbağa Terbiyecisi adı verilmiştir. Belinde sıkı bir kemerle bağlanmış kırmızı uzun bir giysi giyen sakallı bir adam, mavi çinilerle kaplı eşyasız ve bakımsız bir odada, izleyiciye arkası yarı dönük biçimde dikilmektedir. 


Başına, etrafına gelişigüzel bir yemeni sarılmış arakıye takmıştır.[2]Adamın ayaklarının dibinde, yerdeki yaprakları yemekte olan kaplumbağalar vardır. Bursa'daki Yeşil Camii'nin üst katındaki[2]odanın duvarlarındaki sıvalar ve çiniler yer yer dökülmüştür. Tablonun tek ışık kaynağı adamın önündeki alçak penceredir.[3]Ellerini arkasında kavuşturmuş olan adam bir ney tutmaktadır. Sırtında bir nakkare asılıdır ve buna bağlı bir mızrap boynundan aşağıya sarkar.[2] Bazılarına göre adamın sırtında asılı olan şey, eskiden dervişler ve dilenciler tarafından kullanılan, hindistan cevizinden ya da abanozdan yapılma dilenci çanağı olan keşkülüfukaradır.[3]

Osman Hamdi Bey'in bu tablosu, geri kalmış bir toplumu çağdaşlaştırmaya çalışan bir aydının yorgun hâlini anlattığı şeklinde yorumlanmıştır. Düşünceli biçimde dikilen adam, sabır gerektiren zor bir iş olan kaplumbağaları terbiye etme işini, elindeki ney ve sırtındaki nakkareyi çalarak başarmayı ummaktadır.[2] Bu yoruma göre de terbiyeci Osman Hamdi Bey'in kendisidir. Terbiyecinin zorlu işi elindeki müzik aletleriyle halletmeye çalışması, Osman Hamdi Bey'in de değişime direnen bir toplumu sanat yoluyla çağdaş seviyeye getirmeye çalıştığını, bu yüzden sanat okulu ve müze açma girişiminde bulunduğunu vurgular. Terbiyecinin, kaplumbağaları eğitmekte kullanacağı neyi üfleyemeyip arkasında tutması, Osman Hamdi Bey’in neyi üfleme, yani kaplumbağalar ile temsil edilen halkı eğitme kaygısından artık vazgeçtiği, çünkü derviş sabrının bile bir sonu olduğu şeklinde de yorumlanmıştır.


Diğer Oryantalist ressamlar gibi Osman Hamdi Bey'in de herhangi bir tablosunu birden fazla defa çizmiş olması normal görülmektedir.[13] Bir yıl arayla çizilen tabloların genel kompozisyonu oldukça benzerdir. İkinci versiyonda ilkinden farklı olarak beş yerine altı kaplumbağa bulunur. Ayrıca terbiyecinin sağındaki duvarda çerçeveli bir hat ile cam kenarında bir testi durmaktadır. Bu versiyonda ayrıca, resmin Ahmet Muhtar Paşa'ya ithaf edildiğine dair, ressamın el yazısıyla yazılmış bir not da vardır.Daha pek çok farklı şekillerde yorumlanan sanatçının bu meşhur tablosu insan zihninde gerçekten pek çok anlam ifade edebilecek çağrışım zenginliğine sahiptir. Ve bu çağrışımları yapmasında Yeşil Camii gibi bir şaheserin Osman Hamdi beye verdiği ilhamlar yadsınamayacaktır…